Çeviri: Michael Jordan'ın İlk Emeklilik Döneminde Oynadığı Basketbol Maçları
Michael Jordan, 1993 ve 1994 yıllarında Chicago'da birçok kez basketbol oynadı -- ama Bulls için değil.
Jordan, Bulls'ta oynadığı dönemde, merkezde yer alan Illinois Center'ın içindeki lüks bir spor salonu olan Athletic Club'a düzenli olarak giderdi. İlk emekliliğini açıkladıktan sonra, kişisel antrenörü Tim Grover ile birlikte, beyzbola geçiş çalışmaları için burada çalıştı ama aynı zamanda sık sık basketbol maçlarına da katılıyordu. Hâlâ sadece 30 yaşında ve kariyerinin zirvesinde olan Jordan, adını basketbol sahasının listesine yazdıracak ve bir grup sıradan vatandaşla maç yapmak için sırasını bekleyecekti.
4 Ocak 1994'te Scottie Pippen önderliğindeki Bulls, Pistons'ı yenerken, 5 kilometre ötede Jordan, Athletic Club'da işten çıkmış adamlarla maç yapıyordu.
Artık faal olmayan bir bölgesel spor kanalı olan SportsChannel Chicago, Jordan'ı görüntülemek için bir kameraman yolladı. Sonuç olarak ortaya çıkan SportsChannel videosundan bir bölüm geçenlerde Twitter'da viral oldu ve bu da, Ben Terrell adında bir gencin, 26 yıldır bodrumda duran bir kaseti araştırmasına sebep oldu. O akşam Jordan'la birlikte oynayan Terrell, eski bir arkadaşının kocası olan Kashul'a, Jordan'ın salonda olduğunu söyleyen kişiydi. Kashul ona sadece SportsChannel kesitini değil, aynı zamanda kameraman Dyrol Joyner'in yakaladığı, Jordan'ın tüm ham görüntülerini içeren bir hatıra olarak o kesiti de içeren bir kaset de verdi.
"Ailemden bazıları gördü, ve birkaç arkadaşım. Bayağı az kişi yani" diyor Terrell. " Sonsuza kadar bu video benim olacak. Bodruma inip onu aldıktan ve video oynatıcıya koyduktan sonra parçalanacağından endişe ettim."
Terrell'da, Jordan'ın görüldüğü başka bir video daha var. Bu video, salonun Jordan'ın mahremiyetini korumak için tasarlanmış olan katı kuralları atlatmak için, başka bir üyenin ceketinin altına sakladığı ev tipi bir kamerayla çekilmiş.
Terrell ve salonun diğer üyeleri, o sahayı Jordan'la paylaşacak kadar şanslıydılar -- unutulmaz bir tecrübeydi. İşte onların hikayeleri.
Jim Watkins (SportsChannel videosundaki Scottie Pippen formalı kişi): Onu orada ilk gördüğümde bisikletin üstündeydim. Jordan'ın oraya geleceğini duymuştum ama onu göreceğimi hiç düşünmemiştim. Pedalları çevirirken arkamdan gelen o kel kafanın rüzgarını yakaladım: Jordan'dı. Yanımdaki bisiklete oturdu ve benimle konuşmaya başladı. "Hey, n'aber?" Çenemi yerden kaldırabildiğimde, ona anlamsız bir şey söyledim -- "Merhaba" diye ciyaklamış falan olabilirim.
Mike Watkins (bir keresinde misafir olarak maçlarda oynamış): Onu sokakta yürürken ya da basketbol dışı bir ortamda görmüş olmaktan farklıydı benim için. O da harika olurdu tabii. Fakat onu gerçekten sahada oynarken görmek bir Bulls taraftarı, bir Jordan hayranı ve Chicago'da doğup büyümüş birisi için tamamen farklı bir deneyim. Yani Michael Jordan'ın o anda sizinle aynı şeyi yaptığını görmeniz tamamen bambaşka bir şey.
Benim en iyi ânım, hızlı hücumda topu alıp onun üstünden sayıyı bulmamdı. Biraz uğraştı ama tamamen kendini vermedi orada. Fakat sayıya ulaştım ve bana "Güzel hareket" dedi. Mutlu olmuştum. O zaman 23 yaşındaydım ve ancak rüyamda böyle bir şey görebilirdim.
David Boone (o dönemde Kanada Futbol Ligi için hazırlık yapan biri): En şaşırtıcı bulduğum şey, bunu yapmak için çok uğraşmış gibi görünmemesiydi. Şöyle der gibiydi: "Pekala, şimdi post-up yapacağım." "Tamam, şimdi şuradan pozisyona başlayıp sonra şutumu atacağım." Orta mesafe şutu çok temizdi. Çok temiz.
Alex duBuclet (salon üyelerinden biri, SportsChannel'a röportaj verenlerden): Onunla aynı maçta bulunmadan önce, her zaman onun yüksek egolu biri olduğunu düşünmüşümdür. Onu dışarda arkadaşlarıyla görürdüm, aynı masada oturup bir şeyler de içebilirdiniz ve kendisini diğerlerinden büyük gördüğünü, bu yüzden de kimsenin onunla konuşmaması gerektiğini düşünürdünüz. Ama nihayetinde, gerçekten Michael'ın profesyonel olmayan kişilerle oynamanın kıymetini çok daha iyi anladığını düşünüyorum. Bunu kavramıştı bence.
Ben Terrell: Adam basketbolu cidden seviyordu. Oraya gelen bir sürü kişiyle oynadım, ama o gerçekten kendisini veriyordu. Eğer onunla birden fazla maç yaptıysan, muhtemelen adını öğrenirdi. Neleri iyi yaptığını bilirdi. "Bu adam iyi ribaundçu, sekeni iyi tamamlar ama ona pas vermem." Size pas verecekse, saygısını kazanmak zorundaydınız. Ama ne yapabildiğini kesinlikle öğrenirdi. Çok rekabetçiydi. Maç kaybettiğini hiç hatırlamıyorum.
duBuclet: Rekabeti severdi, ancak ortalama insanlarla oynamakta onun sevdiği bir yan vardı. Bunu bilmemin sebebi, bizimle çok fazla oynamasıydı. Michael sevmediği bir şeyi yapmak zorunda değildi. Yeterince parası vardı, bir kadınla dışarı çıkarsa izole olabilirdi, isteyeceğiniz her şeye sahipti. Neden o kadar paraya, o arabalara, o kadınlara sahip olan bir adam, 9-5 arası mesaiden gelen ve ter kokan bir grup adamla bir salonda üç-dört saat geçirsin? Çünkü oyunu seviyor.
Boone: Onunla oynadığım bir maçta --epey çabuktum-- bir isabet bulmuştum. Topu bana vermeye devam etmişti ve şaşırmıştım. Ama kritik anlara geldiğimizde ben de herkes gibiydim: Topu ona ver ve etrafından uzaklaş. Duruma el koyardı. Ya bir oyun kurardı, ya da sonradan şutörü bulabileceği birebir pozisyonlar oynardı. Ve kaybetmezdi.
Tom Tuohy (salonun devamlı müşterilerinden): O oynuyorsa kaliteli oyuncular da gelirdi. Sanırım üst düzey üniversite oyuncuları ve NBA oyuncularıyla dolu bir otobüs gelmişti bir keresinde. Jordan geldiyse ve maçtaysan, gerçekten üst seviyede bir maça hazır olman gerekirdi.
Boone: Cumartesi günleri belli oyuncular gelirdi. O maçta iyi oyuncuların bulunacağını bilirdiniz ve eğer oynayamıyorsanız gidilecek bir gün değildi.
Tuohy: Nerede ve hangi seviyede oynadıkları umurumda değil, herkesin oyunu gelişti. Daha önceki hâlinden kesin olarak daha iyiydin. Konsantrasyon seviyesinden bahsediyorum -- sahadaki herkesi daha iyi hâle getirdi. Bunu NBA'de görüyorduk, ama aynısı o salonda oynanan maçlar için de geçerliydi.
Jim Watkins: Ben bir futbolcuyum. Basketbolcu değil. Kısa mesafeden şut atarım ve hepsi kötü gider. Sonra Michael geldi. O sahadayken her şutum girdi. Kullandığım her şut. Sahadaki herkesin oyununu yükselttiğini söyleyebilirim. Yemin ediyorum, o maçtaysa her attığım girerdi. O gittiği gibi yine tuğla atmaya devam.
Jordan eğlenmek için oradaydı ama aynı zamanda kazanmak için de oradaydı. Athletic Club'daki kişiler, MJ'in efsanevi trash-talk'una karşı bağışıklık sahibi değillerdi.
Boone: Bir keresinde ona karşı oynarken beni başkası savunuyordu ve onu geçip hızlıca sayıyı buldum. Mike adam değişmekte gecikmişti, o gelmeden ben turnikeyi bırakmıştım. Çok sevinmiştim. Şimdi ben, Mike'ın üstünden sayı mı bulmuştum? Belki gerçekte öyle değildi ama zihnimde öyleydi. Engellemek için geldi ama ben çoktan oradaydım. Geri koşarken şöyle dedi: "Bugün başka sayı bulamayacaksın." Peki, neyse ne dedim. Çok kafama takmadım. Çünkü beni savunmuyordu zaten. Savunmada benden az daha kısa biri denk geldi ve onu post-up'a sürükledim. Topu aldım, geri çekilerek şut atmak için döndüm ve Mike oraya gelmişti bile. Bloğu vurdu, topu sahanın ilerisindeki piste kadar yolladı. "Söyledim sana, bugün başka isabet yok" dedi. Bir daha sayı atamayacağım konusunda aşırı ciddiydi çünkü bunu bir kere yapmıştım.
Tuohy: Rick Weber adında bir arkadaşım vardı, doktor. 40'lı yaşlarındaydı, bir maçta Mike'ın hile yaptığını söyledi. Bunun üstüne Jordan salondan çıkana kadar onun başının etini yedi. "Seni yenmek için hile yapmama gerek yok ihtiyar" diyordu. Soyunma odasına dek, sonra da duşta devam etti: "Aman ihtiyar, şimdi kayıp da bir yerini kırma."
Terrell: Biraz sıçramam var. Boyum 1.90. Bir keresinde Jordan topu almış, smaca gidiyordu. Niye yaptım bilmiyorum ama, engellemeye çalıştım. Poster yapılmış çoğu oyuncu gibi, elim çemberin üstüne çıktı. Yükselmeye devam ettim, sonra inmeye başladım ve bir anda smacı kafama yedim. Yere düştüm ve şöyle dedi: "Ben, bir yerini incitme." Önceden birlikte oynadığımızdan, tanıyordu beni. Patrick Ewing'in üstünden smaç vuran Scottie Pippen gibi tepemde duruyordu. "Bir yerini incitme" cümlesini kocaman bir gülümseme ile söylemişti. Davut ve Calut gibiydik. En azından denemelisin. Bana trash-talk yapıyordu ama ben, elinden kayar falan diye yine olsa yine denerdim.
Tuohy: Dennis adında biri vardı. İyi oyuncuydu, oranın müdavimlerinden. Jordan'a trash-talk yapmaya başladı... Hepimiz "N'apıyorsun sen?" der gibi bakıyorduk. Jordan'ın ona "Ne diyorsun sen ya?" demesi iki atağı buldu. "Bir zamanlar dünyanın en iyisiydin. Artık hiçbir şeysin" diyerek onu kızdırıyordu. Jordan döndü ve cevap verdi: "Peki sen neydin Dennis?"
Aynı gün, salondan Jordan'la birlikte çıktım. The Last Dance'i ve Jordan'ın nasıl kin tuttuğunu düşünüyorsunuz. Bu, iki saat önce kendisine salonda sataşan birisi sadece. Arabasına doğru yürüyordu ve sonra arabanın salona bakan tarafındaki cama yumruk attı. Oradaki çocuklar bakarken Jordan yukarıdaki Dennis'i gösterdi. Dennis etrafına bakıp gülümsedi. Jordan ona baktı, orta parmağını gösterdi, sonra güldü ve oradan uzaklaştı.
Jim Watkins: Ah, Dennis! Evet, onu hatırlıyorum! Yüzünü de hatırladım şimdi. Yıllar sonra ismini ilk kez duydum. Dennis ona trash-talk yaptı ve en iyi hâline dönmesine sebep oldu. Yapmayacaktı bunu tabii.
Boone: Aman tanrım, Dennis -- Pekala. Dennis çok konuşurdu. Ama konuştuğu kadar oynayamazdı ve Mike ona güler, sonra da haşat ederdi. Çok fazla konuşurdu. Oraya çenesi düşük adamlar gelirdi, ama sonuçta hiçbiri Mike'a direnemezdi.
Birkaç kez ben de ona üstünlük kurdum. Ama Dennis'in olayı mücadeleci olmasıydı. Onu alt etseniz de sizi uğraştırır. Çabalamaya devam eder. Üstünden sayı bulsanız da bunu yapmak için çaba göstermeniz gerekir. Mike onu zorlayıp sayıyı bulsa, yine de çabalar. Etrafta koşturup elini size uzatacak ve vazgeçmeyecek. Hep gülerdi. Enerjisi hiç bitmezdi. Formdaydı, o yüzden Mike'ı zorlayabilecek durumdaydı -- ama sonunda, kaderi herkesinki gibiydi tabii.
Dennis Allen: Tek yapmak istediğim, yenebildiğim kadar Michael Jordan'ı yenmekti. Hiç onun takımından olmak istemedim. Çünkü o Michael Jordan. Basketbolcular şimdilerde en iyi oyuncularla birlik olup şampiyonluk kazanmaya çalışıyorlar. Ben tam tersi düşünüyorum. En iyiyi alt etmek istiyorum. En iyiyle oynamak istemiyorum, en iyiyi yenmek istiyorum. En iyi oyuncularla oynayıp kazanmanın benim için hiçbir manası yok. Eğer sizde şampiyonluk geni varsa, her zaman en iyiyi yenmeye çalışmalı ve kendinizi en iyiyle kıyaslamalısınız.
Oradaki en iyi oyuncu ben miydim? Kenarından geçmem. Ama en rekabetçi bendim. Görebileceğin en rekabetçi oyuncuydum. Bu konuda kimse beni alt edemez. Rodman gibiyim. Kimse benden daha rekabetçi olamazdı ve beni öne çıkaran buydu. Bu yüzden beni herkes hatırlıyor.
Kendall Gill (yazları Athletic Club'da çalışan, eski NBA oyuncusu): Oranın belediye başkanı gibiydi. Gerçek bir rekabetçiydi. Kimse çene konusunda onu geçemezdi. Sahaya çıktıysan onu oyununla ezsen iyi olur, çünkü vırvır konusunda geçemezsin. Michael bile. Michael onunla çene yarıştıramazdı. Mümkünü yok.
Allen: Orada ufak bir ligimiz vardı, bir All-Star maçı bile yapılıyordu. Michael'ın ligde oynayıp oynamadığını bilmiyorum ama All-Star maçında oynamak istemişti. Ben oylamada birinciydim, anonsçu bunu söyledi ve o arada kızın biri, kenarda oturmakta olan Michael Jordan'ı çekiyordu. Maç başladıktan 3-4 dakika sonra benim yerime oyuna girdi ve ona şöyle dedim: "Unutma, en formda döneminde benim yerime oyuna girdin."
Beni bu yüzden severdi, çünkü hazır cevaptım.
Michael ile hayatlarımız baştan sona iç içe geçti -- kasıtlı değil, tesadüfen. Üvey oğlum şu anda Jordan Brand'in küresel pazarlama müdürü. Oğlum, kızını baloya götürdü. İlk eşim ve onun ilk eşi arkadaştı. Bu inanılmaz bir şey. Şans eseri işte.
Tuohy: Dennis'in arkadaşı Jordan'ı ekarte edip çembere dek sürükledi ve onun üstünden sayıyı buldu. Sonra dönüp şöyle dedi: "Dennis haklıymış. Artık sende iş yok." Ardından üç kez sahayı kat ettiler. Üçüncüde onunla birebirde kaldı ve işte şimdi unutamayacağın bir şey göreceğini biliyorduk -- ki gördük. Tepede ona bir crossover yaptı, sonra bir tane daha yapıp dengesini bozduğu yere tekrar geldi ve onu faul çizgisinin dışına attı. Ardından o düşerken elini kafasının üstüne koydu ve sonra devam edip smacı vurdu. Tabii bütün salon delirdi. Çembere asıldı, elemanın omuzlarına oturdu ve şöyle dedi: "Kendine dikkat et."
Allen: Bir gün Michael çok sağlam oynuyordu. Ona üçlü sıkıştırma getiriyor ve "Bugün bizi yenmene izin vermeyeceğiz" diyorduk. Ona ikili ve üçlü sıkıştırma getiriyor, etrafını sarıyorduk. Onu darlıyorduk. "Tamam, sizi anladım beyler" dedi. Ertesi gün Chicago Bears'tan Richard Dent ve Otis Wilson'la geldi. "Savunmam hazır" dedi. Otis biraz oynayabilirdi, Richard da biraz sauvnma yapabilirdi ama onları tamamen perde yapmaları için kullandı.
duBuclet: Anasını satayım, her zaman kazanırdı. Ama hatırladığım kadarıyla bir kere kaybetmişti ve onda da epey kızmıştı. İçimden "Tamam abi, o kadar ciddiye alma" diyordum. Ama alıyordu.
Bence iki şey için bilinçli çaba harcıyordu: 1.) Michael Jordan'ın kim olduğunu göster ve unutmalarına izin verme. 2.) Eğer oyunumu ortaya koyarsam seni yok ederim. Bir tarafıyla bunu yapmak istemiyordu çünkü sıradan biri olarak orada yer almak istiyordu. Bence bu fırsatı o salonda gerçekten gördü, abartmıyorum. Sahada gördüğüm şeye bakılırsa, gerçekten o zaman dilimini normal olmak için kullandığını düşünüyorum.
Boone: Gidip giyinir, sonra bir restorana girer ve herkes gibi yiyip içerdik. Direkt eve gitmez, ya da sizinle saha dışında vakit geçirmemezlik etmezdi. Restorana da gelir, maçların arasında da muhabbet eder, güler eğlenirdi. Sadece basketbol değil, her konuda konuşurdu.
Allen: Neden herkes onun kötü biri olduğundan bahsediyor, bilmiyorum. Mike harika biriydi. Ne zaman maçtan sonra bir şeyler yesek, hep o ısmarlardı. Hep onun cimriliği hakkında konuşurlar. Ama bizimleyken öyle değildi.
Tuohy: Gördüklerimizin, insanların onun hakkında pek bilmediği şeyler olduğu hissi mevcuttu. Basın ve hayranlar etrafta olmadığı için gerçekten ortamdaki en rahat kişiydi. Spor salonunda çok rahattı ve tamamen kendisiydi. Onu böyle görmek cidden harikaydı.
Spor salonlarının, inanılmaz bir şekilde, onun gibi bir adamın bile rahatsız edilmeyebileceği bölümleri oluyor. Kimse ondan imza istemezdi. Herkes onunla normal biri gibi konuşurdu. Sanırım o salona gelmesinin ve spor salonlarına gitmesinin sebebi buydu. Gittiği tek salon orası değildi.
Gill: Hepimiz için, ama özellikle Michael için böyleydi. İnsanlar onu orada görmeye alışmışlardı, o yüzden pek rahatsız etmiyorlardı. Sadece kendisi olma, sıradan birisi olma şansına sahipti. Sanırım orasıyla ilgili hoşuna giden şey de buydu. İçeri girer çalışırdı ve kimse o Michael Jordan hayranlığını dışavurmazdı. Sadece yazın oraya gelip çalışan birisiydi. En iyisiydi ama yine de herhangi biriydi.
Jordan ve yazın orada antrenman yapan NBA oyuncularına ek olarak, ünlüler de Athletic Club'da görülmeye başlanmıştı.
Boone: Obama döneminin eğitim bakanı Arne Duncan oradaydı. İşadamı John Rogers oradaydı. Scottie Pippen birkaç kez geldi. Karl Malone gelip orada çalışırdı. Dennis Rodman'ın çalıştığını gördüm. R. Kelly'nin bir kere Aaliyah'la geldiğini hatırlıyorum. O zaman daha tanımıyordum kadını. Bir keresinde beyzbol şapkasıyla gelmişti ve yeni bir şarkıcı olduğunu söylemişlerdi.
Jim Watkins: Birçok insan, etrafındakilerle birlikte gelirdi. R. Kelly mesela, yüz kişiyle falan gelirdi. Ama Jordan içeri girer, bisikletine biner, ısınır ve saha için kaydolurdu. İnsanlar hayranlıkları sebebiyle onu rahatsız etmiyordu. Onu rahat bıraktılar. Hoşuna gitti bu. Orada iyi vakit geçirdi.
duBuclet: Profesyonel sporcular gelirdi, bazı NBA oyuncuları, hattâ Harlem Globetrotters'tan bile gelen olurdu. Böyle birçok kişi gelirdi ama onlarla takıldığını pek görmedim. Oradaki yıldızların çekimine kapıldığını görmedim. Gördüğüm şey, sahada yer aldığı 12 ya da 15 dakika boyunca takımı için her şeyini verdiği ve rakibi parçalamak için elinden geleni yaptığıydı.
Gill: Chicago Bears oyuncuları, beyzbol oyuncuları, aktörler. Bir keresinde Samuel L. Jackson'ı orada görmüştüm. Danny Glover'ı gördüm. R. Kelly hep oradaydı. Salon, ünlüleri de görmek isterseniz gelebileceğiniz bir yere dönüşmüştü. Orada bir restoran vardı, çalışman bittikten sonra oraya restorana gider ve Danny Glover'ı da orada görebilirdin.
Orada kimse, ünlüleri darlamazdı. Bence bu yüzden Michael, diğer birçok NBA oyuncusu ve film yıldızları, Athletic Club'a gelip giderken kendilerini rahat hissettiler.
duBuclet: Seninle diğerleri gibi konuşurdu. Onunla kenarda oturmanın, başka biriyle oturup konuşmaktan bir farkı yoktu. Onu her gördüğümde böyleydi. Seni hatırlar. Olağanüstü yeteneklere sahip, sıradan bir adamdı.
Aaron Watkins (o zaman 14 yaşında olan, Jim'in oğlu): Çocukken dripling konusu beni çok uğraştırdı, çünkü top sürmem şutumdan daha iyiydi. Top elimden çıkıyor, kaybedip duruyordum. Michael'ın hemen bana baktığını hissedebiliyordum. Steve Kerr'in bir Final serisi maçında topu kaybettiğinde görülecek türden bir bakış elbette. Mike'ın bana öyle baktığını gördükten sonra, maçın geri kalanı boyunca şut denediğimi sanmıyorum.
Allen: Onu ben savunuyordum. Çemberin altında ona bir blok vurdum. Beni aldı, bacaklarını üstüme koyup yere yatırdı. Kalkıp onu ittim ama herkes bana doğru geliyordu. "Neden hepiniz bana koşuyorsunuz" dedim, "beni yere yatırdığında ona gitmediniz ama." Ve eğer böyle başka bir olay gerçekleşirse beni kovacaklarını söyleyen bir mektup yolladılar Mektubu Michael'a gösterdim. "Yani şimdi seni savunmaları gerekiyor ha?" dedim. Mektubu gördü, girişin oraya götürdü ve şöyle dedi: "Onu çıkarırsan bir daha gelmem." Sportmence bir hareket değildi. Sıkı oynadığımı biliyordu. Ne zaman hata yaptığının farkında olurdu.
Terrell: Bir gün oradaydım ve onunla aynı takımdaydık. Sanırım 3 maç kazandık. Ona "Gitmem gerek" dedim. "Ne? Şimdi nereye gitmen gerekebilir ki?" diye cevap verdi. Ben de "Şey, kız arkadaşımda Bulls maçı için bilet var da" dedim. Verdiği yanıt şuydu: "Bulls'un amına koyim, maç burada işte." Ona kız arkadaşımı gösterdim, o da kafasını iki yana sallayıp "Kılıbık" dedi bana. Kız arkadaşıma doğru gitti, terli kolunu kızın omzuna atıp şöyle dedi: "Erkek arkadaşın bir maç daha yapabilir mi? Batıl inançları olan biriyim ve ekibimi bir arada tutmayı severim."
Salona vardığımızda ikinci çeyreğin ortalarıydı. Kız arkadaşım bana bakıp şöyle dedi: "Az önce yaptığımız şeye kaç kişi inanır?" "Kimse inanmaz" dedim, "hiç kimse."
(Orijinali için şuradan.)



Yorumlar
Yorum Gönder